Gencsoy
Global Mod
Global Mod
Bir Hikâyeyle Başlayayım: Eko Ağrı Projesi’nin İnsan Yüzü
Selam forumdaşlar…
Bugün size bir proje anlatacağım ama teknik detaylardan çok insan hikâyesini paylaşmak istiyorum. Çünkü “Eko Ağrı Projesi” sadece bir teknoloji ya da çevre girişimi değil; aynı zamanda acıya, dayanışmaya ve iyileşmeye dair bir hikâye.
Bu hikâyenin içinde iki karakter var: Selim ve Elif.
Selim bir mühendis; çözüm odaklı, stratejik, “veriyi konuşalım” diyenlerden.
Elif ise bir sosyolog; insanı merkeze alan, empatik, kalbin nabzını ölçmeden hiçbir projeyi “başarılı” saymayan biri.
Ve ikisinin yolları, Ağrı Dağı’nın eteklerinde kesişiyor.
Eko Ağrı Projesi Nedir?
Resmî olarak anlatırsak:
Eko Ağrı Projesi, Ağrı Dağı çevresinde sürdürülebilir tarım, doğa koruma ve yerel halkın geçim kaynaklarını çevreyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan bir çevresel kalkınma girişimi.
Ama Selim’in gözünden baktığınızda bu cümle çok soğuk kalır.
Onun için proje; verimsiz toprakların yeniden canlanması, yenilenebilir enerjiyle ısıtılan seralar, atık suyun geri dönüşümüyle yaşamın döngüye kavuşması demekti.
Elif içinse proje; kadınların üretime katılması, çocukların göç etmek zorunda kalmaması, yaşlıların köylerini terk etmeden insanca yaşaması demekti.
İlk Karşılaşma: “Ağrı’nın rüzgârı serttir ama insanı yumuşaktır”
Selim, ilk defa köye vardığında bilgisayar çantasını sıkıca tutuyordu; rüzgâr sertti, gözleri kamaşıyordu.
Elif ise çoktan köy meydanındaydı, kadınlarla tandır başında sohbet ediyordu.
Selim projeyi anlatırken cümleleri “verimlilik”, “enerji optimizasyonu”, “karbon ayak izi”yle doluydu.
Elif gülümsedi, başını eğdi, sonra sordu:
— “Selim Bey, sizce bu topraklar neden bu kadar suskun?”
Selim anlamadı önce. “Toprak susmaz ki,” dedi.
Elif gözlerini dağa çevirdi:
— “Susuyor işte. Çünkü insanlar artık dinlemiyor. Bu proje, toprağı dinleme projesi olmalı.”
İşte o anda Eko Ağrı Projesi’nin yönü değişti.
Veriyle Kalp Atışı Arasında: Farklı Yaklaşımların Dansı
Selim akşamları dronlarla arazinin haritasını çıkarıyor, güneş paneli açılarını hesaplıyordu.
Elif ise aynı saatlerde kadınlarla oturup eski halk masallarını dinliyor, çocuklara doğayı anlatan oyunlar kuruyordu.
Bir gün Selim, köyün küçük okuluna geldiğinde Elif’in çocuklarla yaptığı etkinliği izledi.
Tahtada büyük harflerle yazılmıştı: “Toprak da konuşur, yeter ki biz susmayı bilelim.”
Selim içten içe gülümsedi.
“Belki de,” diye düşündü, “çözüm bazen Excel tablosunda değil, çocukların gözündedir.”
Ertesi gün toplantıda Elif konuştu:
— “Enerji verimliliği kadar, umut verimliliği de önemlidir.”
Selim bu cümleyi not defterine yazdı; sonra hiç silmedi.
Projenin Kalbi: İnsan ve Doğa Arasında Köprü Kurmak
Eko Ağrı Projesi ilerledikçe köyde küçük mucizeler başladı.
Güneş panelleriyle ısınan seralarda ilk fideler boy verdi.
Kadınlar, geri dönüştürülmüş malzemelerden el sanatları yapmaya başladı.
Gençler, dronların nasıl kullanıldığını öğrendi; artık sadece göç eden değil, geleceği inşa eden bir nesil vardı.
Ama en önemlisi, insanlar birbirini dinlemeyi öğrendi.
Selim, bir gün köy kahvesinde otururken yaşlı bir amca ona şöyle dedi:
— “Evladım, siz teknoloji getirdiniz ama asıl getirdiğiniz şey umut oldu. Ağrı uzun zamandır böyle gülmemişti.”
O an Selim anladı: Aslında Eko Ağrı Projesi bir enerji ya da tarım projesi değil, yeniden bağ kurma hikâyesiydi.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Kanatla Uçan Bir Hikâye
Selim’in dünyasında planlar, raporlar ve ölçümler vardı.
Elif’in dünyasında hikâyeler, duygular ve ilişkiler.
Başta zıt görünseler de, proje ikisinin birleşiminden güç aldı.
Selim, Elif’ten “insanı” öğrenirken; Elif, Selim’den “sistemi” öğrendi.
Bir gün köy meydanında birlikte yaptıkları sunumda, Elif dedi ki:
— “Doğa bir kadın gibidir; ona emir verilmez, dinlenir. Biz bu projede doğayı dinledik.”
Selim ekledi:
— “Ve o bize konuşmayı öğretti.”
O anda alkışlar arasında göz göze geldiler. Her şeyin ötesinde, bir ekip olmuşlardı.
Dağın Sessiz Tanıklığı
Ağrı Dağı, sabah sisinde hâlâ aynıydı. Ama köy değişmişti.
Bir zamanlar kurak olan arazilerde yeşil hatlar uzanıyor, rüzgâr türbinleri sessizce dönüyordu.
Köy çocukları kendi elleriyle diktiği fidelerin büyümesini izliyordu.
Elif bir defter tutuyordu, adı “Eko Günlük.”
Selim o günlüğe baktığında bir sayfada şu satırı okudu:
> “Bizim yaptığımız şey, toprağı onarmak kadar birbirimizi onarmak.”
O gece Selim, Elif’e bir mesaj attı:
“Artık verilerde bir şey fark ettim. En çok büyüyen şey, güven.”
Eko Ağrı Projesi’nin Gerçek Amacı
Projenin resmi raporları başarıyla doluydu:
Yenilenebilir enerji oranı %70 artmıştı, tarımda su tasarrufu %50’ye ulaşmıştı, yerel gelir 2 katına çıkmıştı.
Ama Elif’in dilinde başarı başka bir cümleydi:
“Kadınlar kendi ürettikleri reçelleri markalaştırdı. Çocuklar artık ‘köyde kalmak’ istiyor.”
Bu cümle, her grafikten daha anlamlıydı.
Selim bir gün dedi ki:
— “Biliyor musun Elif, ben başta bu projeyi teknolojiyle çözeceğim sandım.
Ama sen bana gösterdin ki bazı sorunlar, insan sarılması olmadan çözülmez.”
Elif gülümsedi:
— “Sen de bana gösterdin ki umut da planlanabilir.”
Forumdaşlara Çağrı: Sizce Gerçek Kalkınma Nedir?
Şimdi sözü size bırakmak istiyorum.
Eko Ağrı Projesi gibi girişimlerde asıl mesele teknoloji midir, yoksa insanın birbirine değmesi mi?
Bir proje verilerde başarılı olsa da, insan hikâyelerinde yankı bulmuyorsa gerçekten başarı sayılır mı?
Erkeklerin stratejik planları mı dünyayı değiştirir, yoksa kadınların kalpten dokunuşları mı?
Yoksa ikisi bir araya geldiğinde mi gerçekten “eko”—yani ekolojik ve ekonomik—bir denge kurulur?
Son Söz: Ağrı’nın Öğrettiği
Eko Ağrı Projesi, bir bölgeyi değil, bir düşünme biçimini dönüştürdü.
Çünkü bazen teknolojiyle doğa, akılla kalp, stratejiyle empati bir araya geldiğinde, ağrılar bile iyileşir.
Ağrı sadece bir dağın adı değil, bazen hepimizin içindeki sızıdır.
Ve belki de bu proje, o sızıyı umutla dindiren küçük bir hikâyedir.
Peki forumdaşlar, sizce bizim yaşadığımız şehirlerde de “Eko Ağrı” gibi hikâyeler mümkün mü?
Birlikte iyileşmeyi öğrenebilir miyiz?
Selam forumdaşlar…
Bugün size bir proje anlatacağım ama teknik detaylardan çok insan hikâyesini paylaşmak istiyorum. Çünkü “Eko Ağrı Projesi” sadece bir teknoloji ya da çevre girişimi değil; aynı zamanda acıya, dayanışmaya ve iyileşmeye dair bir hikâye.
Bu hikâyenin içinde iki karakter var: Selim ve Elif.
Selim bir mühendis; çözüm odaklı, stratejik, “veriyi konuşalım” diyenlerden.
Elif ise bir sosyolog; insanı merkeze alan, empatik, kalbin nabzını ölçmeden hiçbir projeyi “başarılı” saymayan biri.
Ve ikisinin yolları, Ağrı Dağı’nın eteklerinde kesişiyor.
Eko Ağrı Projesi Nedir?
Resmî olarak anlatırsak:
Eko Ağrı Projesi, Ağrı Dağı çevresinde sürdürülebilir tarım, doğa koruma ve yerel halkın geçim kaynaklarını çevreyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan bir çevresel kalkınma girişimi.
Ama Selim’in gözünden baktığınızda bu cümle çok soğuk kalır.
Onun için proje; verimsiz toprakların yeniden canlanması, yenilenebilir enerjiyle ısıtılan seralar, atık suyun geri dönüşümüyle yaşamın döngüye kavuşması demekti.
Elif içinse proje; kadınların üretime katılması, çocukların göç etmek zorunda kalmaması, yaşlıların köylerini terk etmeden insanca yaşaması demekti.
İlk Karşılaşma: “Ağrı’nın rüzgârı serttir ama insanı yumuşaktır”
Selim, ilk defa köye vardığında bilgisayar çantasını sıkıca tutuyordu; rüzgâr sertti, gözleri kamaşıyordu.
Elif ise çoktan köy meydanındaydı, kadınlarla tandır başında sohbet ediyordu.
Selim projeyi anlatırken cümleleri “verimlilik”, “enerji optimizasyonu”, “karbon ayak izi”yle doluydu.
Elif gülümsedi, başını eğdi, sonra sordu:
— “Selim Bey, sizce bu topraklar neden bu kadar suskun?”
Selim anlamadı önce. “Toprak susmaz ki,” dedi.
Elif gözlerini dağa çevirdi:
— “Susuyor işte. Çünkü insanlar artık dinlemiyor. Bu proje, toprağı dinleme projesi olmalı.”
İşte o anda Eko Ağrı Projesi’nin yönü değişti.
Veriyle Kalp Atışı Arasında: Farklı Yaklaşımların Dansı
Selim akşamları dronlarla arazinin haritasını çıkarıyor, güneş paneli açılarını hesaplıyordu.
Elif ise aynı saatlerde kadınlarla oturup eski halk masallarını dinliyor, çocuklara doğayı anlatan oyunlar kuruyordu.
Bir gün Selim, köyün küçük okuluna geldiğinde Elif’in çocuklarla yaptığı etkinliği izledi.
Tahtada büyük harflerle yazılmıştı: “Toprak da konuşur, yeter ki biz susmayı bilelim.”
Selim içten içe gülümsedi.
“Belki de,” diye düşündü, “çözüm bazen Excel tablosunda değil, çocukların gözündedir.”
Ertesi gün toplantıda Elif konuştu:
— “Enerji verimliliği kadar, umut verimliliği de önemlidir.”
Selim bu cümleyi not defterine yazdı; sonra hiç silmedi.
Projenin Kalbi: İnsan ve Doğa Arasında Köprü Kurmak
Eko Ağrı Projesi ilerledikçe köyde küçük mucizeler başladı.
Güneş panelleriyle ısınan seralarda ilk fideler boy verdi.
Kadınlar, geri dönüştürülmüş malzemelerden el sanatları yapmaya başladı.
Gençler, dronların nasıl kullanıldığını öğrendi; artık sadece göç eden değil, geleceği inşa eden bir nesil vardı.
Ama en önemlisi, insanlar birbirini dinlemeyi öğrendi.
Selim, bir gün köy kahvesinde otururken yaşlı bir amca ona şöyle dedi:
— “Evladım, siz teknoloji getirdiniz ama asıl getirdiğiniz şey umut oldu. Ağrı uzun zamandır böyle gülmemişti.”
O an Selim anladı: Aslında Eko Ağrı Projesi bir enerji ya da tarım projesi değil, yeniden bağ kurma hikâyesiydi.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Kanatla Uçan Bir Hikâye
Selim’in dünyasında planlar, raporlar ve ölçümler vardı.
Elif’in dünyasında hikâyeler, duygular ve ilişkiler.
Başta zıt görünseler de, proje ikisinin birleşiminden güç aldı.
Selim, Elif’ten “insanı” öğrenirken; Elif, Selim’den “sistemi” öğrendi.
Bir gün köy meydanında birlikte yaptıkları sunumda, Elif dedi ki:
— “Doğa bir kadın gibidir; ona emir verilmez, dinlenir. Biz bu projede doğayı dinledik.”
Selim ekledi:
— “Ve o bize konuşmayı öğretti.”
O anda alkışlar arasında göz göze geldiler. Her şeyin ötesinde, bir ekip olmuşlardı.
Dağın Sessiz Tanıklığı
Ağrı Dağı, sabah sisinde hâlâ aynıydı. Ama köy değişmişti.
Bir zamanlar kurak olan arazilerde yeşil hatlar uzanıyor, rüzgâr türbinleri sessizce dönüyordu.
Köy çocukları kendi elleriyle diktiği fidelerin büyümesini izliyordu.
Elif bir defter tutuyordu, adı “Eko Günlük.”
Selim o günlüğe baktığında bir sayfada şu satırı okudu:
> “Bizim yaptığımız şey, toprağı onarmak kadar birbirimizi onarmak.”
O gece Selim, Elif’e bir mesaj attı:
“Artık verilerde bir şey fark ettim. En çok büyüyen şey, güven.”
Eko Ağrı Projesi’nin Gerçek Amacı
Projenin resmi raporları başarıyla doluydu:
Yenilenebilir enerji oranı %70 artmıştı, tarımda su tasarrufu %50’ye ulaşmıştı, yerel gelir 2 katına çıkmıştı.
Ama Elif’in dilinde başarı başka bir cümleydi:
“Kadınlar kendi ürettikleri reçelleri markalaştırdı. Çocuklar artık ‘köyde kalmak’ istiyor.”
Bu cümle, her grafikten daha anlamlıydı.
Selim bir gün dedi ki:
— “Biliyor musun Elif, ben başta bu projeyi teknolojiyle çözeceğim sandım.
Ama sen bana gösterdin ki bazı sorunlar, insan sarılması olmadan çözülmez.”
Elif gülümsedi:
— “Sen de bana gösterdin ki umut da planlanabilir.”
Forumdaşlara Çağrı: Sizce Gerçek Kalkınma Nedir?
Şimdi sözü size bırakmak istiyorum.
Eko Ağrı Projesi gibi girişimlerde asıl mesele teknoloji midir, yoksa insanın birbirine değmesi mi?
Bir proje verilerde başarılı olsa da, insan hikâyelerinde yankı bulmuyorsa gerçekten başarı sayılır mı?
Erkeklerin stratejik planları mı dünyayı değiştirir, yoksa kadınların kalpten dokunuşları mı?
Yoksa ikisi bir araya geldiğinde mi gerçekten “eko”—yani ekolojik ve ekonomik—bir denge kurulur?
Son Söz: Ağrı’nın Öğrettiği
Eko Ağrı Projesi, bir bölgeyi değil, bir düşünme biçimini dönüştürdü.
Çünkü bazen teknolojiyle doğa, akılla kalp, stratejiyle empati bir araya geldiğinde, ağrılar bile iyileşir.
Ağrı sadece bir dağın adı değil, bazen hepimizin içindeki sızıdır.
Ve belki de bu proje, o sızıyı umutla dindiren küçük bir hikâyedir.
Peki forumdaşlar, sizce bizim yaşadığımız şehirlerde de “Eko Ağrı” gibi hikâyeler mümkün mü?
Birlikte iyileşmeyi öğrenebilir miyiz?